SAR! YENİ BAŞTAN…

Açıkça yazıyor. Açıkça sorguluyorum. Sağ politikaların yarattığı kirlilik, sağcı politikaları ile arınmaz. CHP bu hataya düştü… Bunun içindir ki; bu düzen, iktidarından muhalefetine mutlaka, toptan değişmelidir...

Gündem Yayın: 16 Haziran 2023 - Cuma - Güncelleme: 16.06.2023 00:28:00
Editör -
Okuma Süresi: 8 dk.
Google News

SAR! YENİ BAŞTAN…

Açıkça yazıyor. Açıkça sorguluyorum. Sağ politikaların yarattığı kirlilik, sağcı politikaları ile arınmaz. CHP bu hataya düştü… Bunun içindir ki; bu düzen, iktidarından muhalefetine mutlaka, toptan değişmelidir... Ama önce halk değişmeli! Halk değişirse bunların değiştirmek pekâlâ mümkün olacaktır. İyi biliniz ki bir ülkede; Vicdan ve evrensel değerler yitirildi mi hukuk da siyaset de ülke de çöker. Bu ülkede artık her şey satılık; sadece taşımız, toprağımız, ormanımız, doğamız değil; din, iman, ahlak ve hukuk da!

Parti devletinin yarattığı; lüks ve şatafat. Debdebeli yaşam. Ayrıcalıklı aileler. Çoklu maaşlar. Devlet yönetiminden nasibini almamış yürütmeyi temsil eden basiretsiz ciddiyetsiz çıkarcı bakanlar. Yanlarına aldıkları, görgüsüz, şımarık, hırsız ve talancı bürokratlar. Sadece maaş almakla yükümlü, hiçbir gücü olmayan 600 milletvekili. İğdiş edilmiş akademisyenler. Arsızlıkları suratlarına vurmuş soygunun ana faktörü müteahhitler. Bunların ağzının içine bakan bir vatandaşlar grubu. Tüm bu gerçeklere rağmen; ‘Durmak yok! Yola devam’…

Bir yanda çökmüş ekonomi… Bir yanda gericilik. Bir yanda mülteci, sığınmacı istilası. Bir yanda yangınlar. Bir yanda yok edilen, talan edilen topraklar. Bir tarafta Suriyeliden, Afganlıdan, Senegalliden yaratılmış istisnayı vatandaş. Bu vatandaşları sağlık dahil cep harçlıklarıyla besleyen, çöplüklere, Pazar artıklarına mahkûm edilmiş bu toprakların yoksul insanları…

Ülkeyi 20 yıldır tarikatlar iktidarı, vakıflar koalisyonu yönetiyor…  Bilmiyor musun? Tarikatların bilinmeyen servetleri. Ne istedilerse verilen, milletin malına, namusuna, ırzına çöken, devlet ihaleleri ile beslenen, besleme din soytarıları. Bunları da pek âlâ biliyorsun. Bunların temsilciliğini yapan siyasetin atadığı, kendilerine din adamı yaftasını uygun bulan, milletin vergileriyle maaş alan, işini gördürmek için kapısında el pençe divan durduğun dinci memurlar. Bu asalak din baronlarından, din baskısından kurtarılamayan, gittikçe daha kötüye giden, din bataklığına sürüklenen Türkiye’de bir Suriyeli kadar, Afganlı kadar etkin değilsin. Her şeyin farkındasın ama aptallık numarasına yatanda sensin. Sen cahil değil çıkarcısın. Çünkü ülke soyulurken gözünü kırpmadan seyreden fırsat kollayan kişisin. Aksi olsa kanla irfanla kurulmuş bu toprakların yağmalanmasına geçit vermezsin.

İnsanoğlu bir tuhaf yaratık… Her seferinde pişman. Her fırsatta yine aynı haltın başında! Anlaşılır gibi değil.

Hiçbir şey paralı olmamalı. Bilgiye erişim, sağlık ücretsiz olmalı. Eşit olmalı. Biliyoruz ki; hiçbir şey bu dünyada eşit değil. Yazdıklarım çok az. Ya yazamadıklarım! O kadar çok ki! Onlar; içinde yaşadığımız küresel atmosferi ‘Radikal belirsizlik, Yaşamsal Güvensizlik, Tedirginlik Çağı’ olarak tarif ede dursun. Ben; 365 sayfalık bir günlüğün kalan son boş 2 sayfasına güzel şeyler yazamadan kapattım. Sonu hüsranda olsa, sizde öyle yapın. Benim gibi güzel şeyler düşleyin. Güzel şeyler isteyin. Ben yarın yatmadan günlüğün kalan son iki sayfasına ‘sabaha daha yoksul uyanacağım’.  Notunu düştüm. Haklı çıktım. Bu halk yine yanıltmadı... Kendi yoksulluğuna ortak etmekle kalmadı. Geleceğimi, düşüncemi, yaşamımı esir aldı.

Hani diyorum; ışıktan hızlı gidebileceğimizi, zamanda geriye yolculuk edebileceğimizi pek sanmıyorum. Ama bu millet uzaya gideceğine, Ay’a yapılacak duble yolda otobüsle, özel aracıyla gideceğini düşlerken gerçekte geriye gittiğinin farkında değil. Kim ister geriye gitmeyi demeyin lütfen.

Yoksulluğu yenebilir, herkesi doyurabilir, giydirebilir, eğitebilir, biyolojimizin elverdiği ölçüde iyi yaşatabiliriz. Hâyâla bak! Değil mi? Parti devletinde rüyalar bile gerçekleşebilir. Çocuklarımız hayatın kutsadığı, yalanın ayıplandığı, insanları birbirlerine dilleri, cinsiyetleri, renkleri yüzünden düşman eden ideolojilerin çöpe atıldığı, kimsenin daha iyi yaşamak için bir başkasını sömürmesine gerek olmayan bir gelecek kurulmalı diyebiliyorsa harika… Böyle gelmiş, böyle gider yalanını yenebilmek! Gerçek ve doğruların dışına çıkıp sar baştan cümlesini kurup düşünmek lazım. Yeniden tırmalama, ağlama tıslama. Halkın ikiyüzlülüğü değil mi? inanılır gibi değil.

Barbarlık ve fakirlik yalnız dikta rejimlerinde olur! Çünkü dikta rejimlerde hukuk yoktur… Çünkü diktatörler yarattığı korku iklimi ile ayaklarını yere değil. Halkın sırtına basar.

Saraylarda yaşayanların aşağıda yaşanan onur kırıcı yaşamları görmesi mümkün değildir. Yukarıdakini besleyen, güçlü kılan, cesaretlendiren aşağıda sırtına basılan toplumun duyarsızlığıdır. Çünkü bizi bizden başkasını anlamasını beklemek en açık ifadeyle aptallıktır. Bu ülkede, her olumsuzluğu Tanrıya ve bayrağa bağlayan bu anlayışa biat eden bir toplum var. Ağlayanlar geçmişe değil, bu dağınıklıktan ne alırım diye düşleyen çıkarcı bir tolum var.

El âlem ne diyor! Sadece ekonomi demiyor. Evrensel hukuktaki yerimizi, sosyal yaşamdaki yerimizi, insan haklarında ki yerimizi de belirliyorlar.

Laiklik yoksa! Bilim, Demokrasi, Özgürlük, Barış, Çağdaşlık yoktur. Hukuk yoksa Demokrasi yoksa! Finans değer, yerini talana, vurguna, çalmaya, çökmeye bırakır… Ekonomiyi devlet değil, sokak yönetir hâle gelir… Adam olmayanların, adam mı var? Demek, köpekleşmenin örneğidir. Nazım diyor ki; ‘Birde içimizdeki köpek dölleri’… Hangi kasıkta tohumlandılar. Genleri hangi işgalcinin postalından çıkmış acaba ne kadar farkındalar?

Sultanizimle küçülen hayatlar…

Yüz yıldır bu ülke insanı böyle bir travma yaşamadı. Ülke insanı; kendi yarattığı sistemde boğuluyor. Onca yoksulluğa, kepazeliğe tanıklık etmedi. Cebinde taşıdığı parası gâvur parası karşısında beş para etmez hale hiç düşmedi. ‘Beslenmek ya da Doymak’. Daha çok vergi. Daha çok ceza. Daha çok korku… Bu travma yurdum insanlarına çaresizliğin yanında ölümler getirdi. Bu ülkede Tanrıların saltanatı hiç bitmedi.

Ülkenin ‘Magazin Dünyası’ gözler önünde…

Bu toplumun yarısı açlık ve yoksulluk sınırı işinde yaşıyor. Ülke halkının yüzde 70' den fazlası ya borçlu ya da taksit ödüyor. Yoksulluk envanterine kayıtlı kişi sayısı Türkiye nüfusunda yüzde 60'a ulaşmış. Nüfusun yüzde 25’i devlet kapısında üç paraya dilenci olmuş. Hayatta kalabilmek adına ölümü göze alarak sokaklarda bedenini satanlar… Her gün kocaları tarafından dövülerek ölüme terkedilen çaresiz kadınlar. Sokaklara bırakılan yaşlılar, çocuklar. Çocuk bedenine göz dikmiş tarikat sapıkları. Mahalle aralarına açılmış sübyan okulları. Çöplerden, pazar artıklarından beslenen. Çocuklarına bir lokma ekmek yedirmek için çırpınan kadınlar, bizim kadınlarımız. Anamız bacımız. Babamız abimiz kardeşlerimiz değil mi? Biz bize zor yeterken birde sırtımıza vurulmuş 10 milyon göçmen ve sığınmacı semeri…  Taşıyoruz. Nereye kadar diyen yok… Deveye sormuşlar; ‘neden bu kadar üzgünsün, yükün mü çok ağır’ demişler. Deve; ‘Hayır; Yürüdüğüm yol, taşıdığım yük çok ağrıma gitmiyor. Ancak şu eşeğin arkasından gitmek beni öldürüyor’… Der. Anlayana!

Mutsuz ve korku içinde yaşamak geleceğinden umudunu kesmek, bir lokma ekmek için tüketilen inanca sığınarak dua etmek. Toplumun adeta bir psikolojik travma içinde korkarak yaşamasının adı bu değil mi? İşsiz, evi barkı olmayan insanca yaşama umudunu kaybetmiş aileler. Toplumun yarısından fazlası yardıma muhtaç hale getirilmiş durumda çaresiz, mutsuz. Bugün sisteme hâkim olanların açlık ve yoksulluğun adını nasıl koyabilecekler acaba? Göçmenle, sığınmacı illetiyle sınav ediliyoruz. Ya sonra! Olmayan bir şeyi arıyoruz… ‘Adalet’…

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.