NASIL İSTİYORSANIZ, ÖYLE DÜŞÜNÜN.
Artık yazmıyorum. Korkumdan değil. Dilimin peşrevi bozuldu küfretmekten. Artık ‘paşa gönlün bilir abi’ demekten başka çare yok herhalde! Her seçimde “Güç ve Şatafat ile Adalet ve Liyakat” yarıştı. Ağır bastı güç ve şatafat.

NASIL İSTİYORSANIZ, ÖYLE DÜŞÜNÜN.
Üçbeş yalan tek doğruyu silmez.
Artık yazmıyorum. Korkumdan değil. Dilimin peşrevi bozuldu küfretmekten. Artık ‘paşa gönlün bilir abi’
demekten başka çare yok herhalde! Her seçimde “Güç ve Şatafat ile Adalet ve Liyakat” yarıştı. Ağır
bastı güç ve şatafat. Ne yazmadım ki! Açlık ve sefaleti yazdım. Hırsızı arsızı, yetimin hakkını yiyeni
yazdım. Önce yetim ana avrat düz gitti kendisini savunduğum için. Üniversitede yolsuzluğun
hırsızlığın, rüşvetin dibine indim. Savcılar bu ortalığı çok karıştırıyor dediler olmuş ki önce karakola mal
varlığı bildirimine ardından savcıya ifadeye. Hırsız imamı yakaladım. Camilerdeki hibe edilen halıları
sattığını ortaya çıkardım. Din düşmanı oldum. Bir fırıldak, sözde din adamı müftünün çetelesini
döktüm. Vali bey;” Mustafa bey hocayla fazla uğraşma çarpılırsın”… Dedi. Cevabım “Bumu adam
çarpacak”. Dediğimde “evet” dedi. Bende; “bu çarpsa, çarpsa dindarları çarpar. Oda cüzdanları olur”
dediğimde, hoca büyüklük yapıp benimle uğraşmayacakmış affına mazhar olmuşum iblisin.
Terörü, teröristi yazdım. Fazla ileri gidiyorsun dediler. Hırsızlar bana değil, basın müdürüne dil döktüler
yazıyı kaldır diye.
Demokrasi bu değil diyecek oldum, lafı ağzıma tıkadılar. Bağımsız yargı var. Hukukun üstünlüğünü
kaleme alayım. Dedim. Demez olsaydım. Burnun fazla sürütülmemiş. Burnunu iyice sürtelim dediler.
Burnumu sürtecek paspas bulamadılar.
Biraz daha anlaşılır olurum diye, yokluğu, yoksulluğu, açlığı bilirim diye yazdım. Anlaşıldı; demek ki
hayatı numaraymış-a getirildim.
Ulusal yazıyorum olmuyor. Yerelde yazsam ne olacak ki? Yazdım da ne oldu? Mesela hastaneyi
yazdım. Ya orada dostlarımız var! Dediler. Üniversiteyi yazayım dedim! ya arada bir gidip çaylarını
içiyoruz yazma. Dediler. Laf döndü dolaştı! “Ne yazayım-a” geldi… Mesela koyunları yaz, kuzuları yaz.
Çayırı, çimeni; papatyaları yaz. Sana ne yoğurt yiyenden. Bak rüzgâr efil, efil. Bunları yaz, memleketin
valisine, hastaneye niye çatıyorsun. Çattığın adam GATA’ya baştabip yardımcısı oldu. Baştabibine,
rektörüne hatta seçilmiş olanlara ver gazı gitsin. Bak o zaman gazetecilik ödülü alıyor musun almıyor
musun?
Bunun için sana ödül, mödül yok. Senin baban doğrucu Davut’mu abi? Herkese batıyorsun be abi.
Belediyeyi yazsam olur mu? Olmaz. Suyumuzu keserler. Dalavereci esnafı yazayım. Delirdin mi yüz
yüze bakıyoruz… Ekmeği yazayım. Şehrin rezilliğini, hatta sendikaların bu şehirde ufak tefek taşları
var onlara sataşayım biraz. Her şey bitti sıra bunlara mı geldi? En iyisi sen yazma vatan hinliğine
devam et. Nazım gibi!
Yazıp yazmama çelişkisi kafamın içinde Formula 1 yarışı yapıyorken buldum dedim.
Yangın söndürme uçağımız yok! Diyorlar. Bu ülkede aç yok diyorlar. Yoksul yok diyorlar. Olsun…
Öğrenciler bağırıyor “yurt yok, barınma hakkımız söke, söke alırız.” Olmasın, olmayanı nasıl
alacaksınız. Tarikat yurtlarında tarikat şeyhinin kıllı kolları ve kapıları sizler için sonuna kadar açık.
Dert misiniz lan? Yemeklerimizde kurtlar böcekler çıkıyor diyorlar. Çıksın! Protein çocuğum, protein.
Kötümü. Bak Suriyeliler, Afganlılar, Pakistanlılar, Iraklılar ve hatta Afrikalılar sizin gibi ağlıyorlar mı?
Yurtları var, korumalı hem de. Yemekleri de 5 yıldızlı otel mutfağından. Ev sahipliği yapın lan biraz.
Vatandaş olunca onlarda sizin gibi evsiz yurtsuz ama işsiz ve de çulsuz kalmayacaklar.
Milyar dolar ederinde saraylar var. Uçan, yüzen saraylarımız! Lüks otomobillerimiz var. Bakanların bile
altına verilmiş özel uçaklar. Otomobiller. Birde halkın sırtından beslenenleri, bu beslemeleri koruması
için binlerce polis. Varsın yangın söndürme uçağımız olmasın. Üç beş besiye çekilmiş tarikat şeyhi
okuyup üfleyip 40 hurili rüyalar gördürür sapık kocamışlara. Varsın bu doktorlar 6 ay sonraya gün
versinler. Ölen ölür kalan sağlar vergi vermek için bize yeter.
Uçan saraylar, uçak pisti gibi yollar, 25 yıl borçlu olduğumuz, hastaneler, köprüler, yollar,
havaalanlarımız var. Kıçının altında bisikletin yok, kaymak gibi yol diyor. Kim kayıyor? Kime kayıyor bu
yoldan? Gitmesekte, görmesekte olsun kıçımızdaki donumuz yerinde ya!
Ve ben devlete vergi ödemekten, kazığın budaklısından zevk almanın yollarını arayan gazeteci unvanı
almak için oturdum bilgisayarın başına yazıyorum. Yazdın da ne oldu, yazdın da neyin düzelttin
diyenlere inat. Birde anamın kızlık soyadını soran saray sapıkları.
Bu ülkede; bokunda boncuk bulunan o kadar çok itaatkâr zatı muhterem; beyler, hanımefendiler,
mahdumlar zevceler, kapatmalar, gelinler damatlar var ki? Bunların birçoğuna çoklu maaş bile az
geliyor… Bu ülkede bir belediye çalışanı sevgilisine 2 daire bir otomobil aldı. Millet sadece ‘vay be’
demekle kalmadı. Bir bakan dezenfektan sattı. Bir belediye başkanı milyar doları cukkaladı, bir
milletvekili saray gibi yat, Afrika’da madenler aldı. Eski son başbakan ağırsıklet 33 yaşında olan oğlu
dünya armatörü oldu ya yetmez mi en önemlisi sevgili halkım oylarıyla yeniden yeniledi hünkârı. Bu
millete az bile!
Ve ben Nazım’ın dediği o vatan hainlerinden miyim?
“Evet Vatan hainiyim.
Siz vatanperverseniz!
Siz yurt severseniz ben yurt hainiyim.
Ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse, kaslarınızın, çek defterlerinizin içindekilerse vatan!
Vatan şose boylarında gebermekse açlıktan.
Vatan soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa! Yazın.
Fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan!
Vatan tırnaklarıysa ağalarınızın
Vatan mızraklı ilmihalse
Vatan polis copuysa maaşlarınızsa ödeneklerinizse vatan
Vatan Amerikan üstleri Amerikan bombası
Amerikan donanması topuysa vatan
Vatan kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla
Nazım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ”... Nazım Hikmet






