“Din Tüccarlığının Muhasebesi: Ben Bir Ceviz Ağacıyım, Finans Parkında…”
Bir insanın hayatında bazı dönemler vardır: Hem güldürür, hem düşündürür, hem de “Ben bunu yaşadım mı gerçekten?” diye sordurur.

“Din Tüccarlığının Muhasebesi: Ben Bir Ceviz Ağacıyım, Finans Parkında…”
Bir insanın hayatında bazı dönemler vardır:
Hem güldürür, hem düşündürür, hem de “Ben bunu yaşadım mı gerçekten?” diye sordurur.
Benim o dönemim, bir şirketin muhasebe müdürlüğünü yaptığım yıllara denk gelir. Adı, şanı, sloganı, süslü sözleri boldu… Hele din edebiyatı!
O günlerde kimi insanlar “Yüzde 30 kâr payı” hayaliyle yastık altını boşaltıyor, kimisi kredi çekiyor, kimisi son bir umut diye gözyaşını siliyordu.
Ben ise defterlerin, kasaların, banka ekstrelerinin arasında dolaşırken bir şeyi fark ettim:
Matematik yalan söylemez.
Ama insan, hele ki “din süsü” taktıysa kendine, çok güzel yalan söyler.
Bir Alman mali müşavirle birlikte altı ay boyunca didindik, sistemi düzene soktuk. Sonra merkezle konuştum ve dedim ki:
“Burada her hafta milyonlarca para buhar oluyor. Demir kasada giriş var ama çıkış raporlanmıyor. Buna da ‘gümrük polisi el koydu’ diyorlar!”
Yetmedi, bir de yabancı polisleri hırsız ilan ettiler.
“Bizim paraya el koydular!”
Kime sorarsan “Hristiyanlar çaldı!”
Eee biz ne olduk?
Müslüman tüccar mı, yoksa din simsarının yan masası mı?
İşte o gün dedim ki:
“Benim vicdanım bu defteri kapatmaz.”
Şirketteki koltuğu bıraktım, Almanca vergi hukuku okudum.
Sonra bankacılığa geçtim.
20 yıl boyunca bir tek cent eksik hesap yapmadım, kimseyi borç batağına sürüklemedim.
Benim işim para yönetmekti ama en çok vicdanın muhasebesini tuttum.
Bugün birileri hâlâ “kâr payı”, “bereket”, “müjde” diye dolaşıyor ya etrafta…
Benim mizahımın kaynağı da, acımın kaynağı da aynı:
Dine sarınıp insanı sömürenden daha tehlikelisi yoktur.
Kimi 100 binini kaybetti, kimi sağlığını, kimi umudunu…
Kimi canını bile verdi.
Dini kullanıp insanın alın terini hortumlayanların arkasında bıraktığı en büyük enkaz, paradan değil insan güveninden oluşur.
Ve işte ben, bütün bunları yaşayan bir muhasebeci olarak diyorum ki:
“İman, bir finans modeline dönüşürse; orada kaybolan sadece para değildir.”
Gelelim mizah kısmına…
Çünkü insan gülmezse, bu acılar çekilmez:
— “İyi ki adliyeyi çalmamışlar!”
diyorum bazen kendi kendime.
Yoksa eminim şöyle derlerdi:
“Abi kâr payıyla geri getiririz, merak etme…”
Dijital çağın zeki hırsızları da çıktı sonra; milyonları göbek atarak kumara, borsaya, sayısala yatırmış…
Kendince de şöyle düşünüyor:
“Sadaka veririm, fitre zekât veririm, bir de Umre yaparım… Mevlana bile beni çözemez!”
E güzel kardeşim…
Şeytan hangi dili konuştu da seni kandırdı?
İngilizce mi “Hey bro” dedi,
Yoksa euro görünce Almanca mı “Komm, mein Schatz” diye fısıldadı?
Ben hâlâ çözemedim.
Ama şunu biliyorum:
Ben bir ceviz ağacıyım, finans parkında…
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ama ben oradaydım.
Gördüm.
Yaşadım.
Ve artık yazıyorum ki; kimse aynı kuyuya iki kere düşmesin.
Necati Aydın
Dipl.Kfm. İṣleme ve Vergi Uzmanı






