NASIL BİR DÜNYADIR Kİ BU! HEPMİ KÖTÜLER KAZANIR.
‘O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık’. Yaşar Kemal… Sahip çıkamadığımız Cumhuriyete. Önümüze serilmiş özgürlükleri bir, bir çiğnedik. Onlar değil, onlar çiğnerken seyredenleriz.

NASIL BİR DÜNYADIR Kİ BU! HEPMİ KÖTÜLER KAZANIR.
‘O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık’. Yaşar Kemal…
Sahip çıkamadığımız Cumhuriyete. Önümüze serilmiş özgürlükleri bir, bir çiğnedik. Onlar değil, onlar çiğnerken seyredenleriz. Bunun içindir ki suç işledik. Çiğneyen iti uğursuzu namussuzu başımıza taç yaptık. Besledik kanarya etiyle. Badem unuyla. İklimlendirilmiş seralarda egzotik meyveleri serdik önüne. Yediğin önünde yemediğin ardında dedik! İyi halt ettik.
Satan satana. Alıvereli, dalavereli namussuzlukları ahlak belleyip taçlandırdık.
Para her şeyi yapar diyenler, para için her şeyi yaptılar. Ülkenin cennetlerini cehenneme çevirdiler. Ülkeyi yakarak, satarak, çalarak tükettiler. İnsanlarını kul, parasını pul ettiler. Zenginin köpeğine aldığı sütü, yoksul çocuğuna alamıyorsa hiç kimse demokrasiden söz etmesin.
Bu ülkeden darbeci zorbaların niceleri geldi geçti. Çoğu, üzerine düşeni yapacağına, Shakespeare’in “Sarı altın, pırıl, pırıl sarı altın... Şu kadarı bile yeter bunun; karayı aka, eğriyi doğruya, kötüyü iyiye, soysuzu soyluya, kocamışı gence, yüreksizi yiğide çevirmeye” dediği paranın, insan olmaya yeteceği yanılgısıyla kötülerin tuzağına düştü. Kötülerin kayıt defterine bakarsanız görgüsüzlüğü ve namussuzluğu görürsünüz. Üzerlerinde taşıdıkları kimliğin tamamında alçaklık yazar.
Toplumu düzelteceğini sanan darbeciler, her çağda, çıkarları uğruna çevresini saran erdem yoksunu yardakçı laf cambazlarının oyununa gelince, ülkede ne düzen kalır, ne insanda yaşama umudu... Onlarda ise şerefsizlik kalır.
Bugün sivil darbe, cumhuriyete, geleceğe, laikliğe yapılıyorsa. Cumhuriyet bekçilerinin partileşmesindendir.
Onlardır “demiri tunca, insanın piçe” dönüştürenler. Onlardır yoksulun ekmeğini köpek soylarına dağıtan. Onların ellerinde tuttukları zincirin ucunda, tasmalarını parlatan köpekleşmiş insanları görürsünüz. Ne gariptir ki, onların soyu tükenmiyor da, toplum bir lokma ekmek için gece gündüz didinen canından oluyor.
Onlar ki; topluma önlenemez korku salanlar Amerikan’ın ahır uşakları; ‘Lejyoner siyasetçilerdir’. Lejyonerlere koşulsuz itaat eden partizan hukuk baskısı. Tüm bunlar biat etme kültürünün bir parçası olarak gözükmüş olsa da. Aslında 413 cezaevinin birinde kucak kucağa yatmanın korkusudur. Siz suç işlememiş olmanızın hiç önemi yok. Sizi ortadan kaldırmak için size mutlak bir suç icat edip. Şimdi sen götünü kurtar anlayışının perdelenmiş düzen koruyucu kolluk ve hukuk savıdır.
Ülkenin savrulduğunu sonumuzun çok kötü olduğunu yazmamın bedeli bana 2012 yılında 10 yıl ağırlaştırılmış hapis, 10 bin lira para cezası olarak ödüllendirilmiş bir entelektüel bir çevre aktivistiydim. Düşüncenin suç sayıldığı bu topraklara korkuyu yeniden şekillendiren ahlaksız anlayışın hukuk diye dayattığı ahır uşaklarının alan genişletme için çıkarttıkları meydan savaşlarında kurbanı edilmek istenenlerdenim. Asla bir adım geri adım atmadım. Belediye Başkanlığına aday oldum. Polis önce evimi bastı, pankartlarımı indirdi. Birkaç Gün sonra sohbet toplantımı bastılar beni ters kelepçeyle Ahi Karakoluna götürüp alt kattaki adı nezaret olan kafese kapattılar. Gerekçe hakkımda şikâyet olduğu gerekçesiydi. Kimdi! Neden bendim? Hadi anlatın bana bu düzenin hangi yollardan geçtiğini. Bana bu ülkede hukukun üstünlüğünden kimse bahsedemez.
Bu ülkede polis tokatlayan, jandarmaya küfreden siyasetçiler gördüm. Milletvekiline meydan okuyan polisi de gördüm.
Tüm bu görüntüler ve yansımalar, Siyasetin ne kadar kirlendiği değil, çirkefleştiğini gösteriyor. Devletin çarkının kırıldığını, avare kasnak gibi döndüğünü nasıl görmezden gelebiliriz. Bu ülkenin kuruluş değerlerini çiğneyenleri mecliste ve sarayda besliyorsak sözüm şudur ki; çek kuyruğunu gitsin.
Satan satana. Hırsızlar tutuklanmaktan kurtulmak için mi, başlarını giyotine uzatıyor.
Bu ahlaksız transferlerin başını kadınların çekmesi çok manidar. Mustafa Kemal’in partisiyiz, dünyada ilk seçme ve seçilme hakkını bize veren dâhinin partisindeyiz diyen kadınların hırsızlıklarını örteceğine inandıkları, her tarafından yolsuzluk, hukuksuzluk akan siyasal İslamcı bir partinin kollarına gitmesi! Başka nasıl anlatılır bilemiyorum.
Günü geldiğinde sizlere onurlu bir Fransız fahişenin biyografisini yazacağım. Bir fahişe karnını doyurmak için tenini, kirli pazarlıklarla transfer olan siyasi leydiler çok daha namussuzdurlar. Bu özgür irade olamaz. Seçenin özgür iradesi kişinin kazanç ve saltanat anlayışı içinde değiş tokuş oluyorsa bunun bağlantısı ahlakla sınırlı kalmaz. Bu fırıldağın ana aktörleri bir fahişenin tırnağı olamayacak kadar ar ve namustan yoksunlar. Doymak bilmeyen iştahları için ar ve namuslar ayaklar altında. Korkuyorlar! Neden? Kimden?
Hukuksuzluğu biliyorlar. Ama uygulayıcının şemsiyesi altına sığınıyorlar. Demek ki; bir bok yediler ki zevahiri kurtarmak için kaçıyor aynı ahlaka sahip çadır tiyatrosunda köçek olmayı yeğliyorlar. Geriye doğru bakın bir oryantal daha vardı. Mesleğine girerken askerlik yemini etmiş bir köçek.
Bizim açımızdan işin bu kısmı çok net, turpun büyüğü küçüğü yoktur, halkın parasının iç edilmesi ve emek sömürüsü üzerine kurulu bir soygun düzeninin parçası olanla nasıl bir işi olur bu halkın? Bu ahlakla aynı yatağa girenler. Hangi ahlaktan söz edebilirler ki!
İktidarın seçimleri çok dert ettiği falan yok... Bakın Aynı anda Büyük Ortadoğu Projesi'nin, aynı anda Avrupa Birliği türkülerinin, aynı anda derin ve kapsamlı özelleştirmelerin, aynı anda tarikatların her yandan fışkırmasının! Aynı anda İslamcılığın, aynı anda İsrail’le normalleşmenin, aynı anda işgali din kardeşliği sosuyla süsleyen! Kim? Ülkeyi metre, metre satıp, ticaret sırrı kulpuna özelleştirme kulpu takmak. Aynı anlayış bir gün önce hırsız dediğini, ertesi gün bağrına basıyorsa ve arkasında durabilen bir toplumsal destek kendisini cesur kılıyorsa. Elbette ki devlet partileşecektir. Hiç bir kula nasip olmayacak bir seçmen desteğine sahip olması sizce anormal olabilir mi?
Bu cümleleri yazarken aklıma Hitlerin Propaganda bakanı Paul Joseph Goebbels geldi. Goebbels’in not ettiğim konuşmalarının içinden birkaç tümcelerini seçtim. Ne kadar tanıdık geldiğini görmeniz için.
‘Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır’…
‘Basını, hükümetin çalabileceği büyük bir klavye olarak düşünün’.
‘Stalin, Churchill ve Roosevelt, Yahudiler tarafından yaratıldı. Yahudilerin tam desteğinden yararlanıyor ve bunu tam korumalarıyla ödüllendiriyorlar. Konuşmalarında kendilerini medeni cesarete sahip dürüst insanlar olarak sunuyorlar, ancak bu savaşın bir sonucu olarak halkları arasında giderek artan bir nefret olmasına rağmen, Yahudilere karşı tek bir kelime bile duyulmuyor; bu nefret tamamen haklı. Yahudilik, düşman ülkelerde tabu bir konu. Her türlü yasal sınırın dışında duruyor ve böylece ev sahibi halkların tiranı haline geliyor. Das Reich'ta 21 Ocak 1945'te yayınlandı.
‘Aydınları ikna etmeye çalışmanın bir anlamı yoktu. Çünkü aydınlar asla ikna olmayacak ve zaten her zaman güçlüye boyun eğeceklerdi ve bu da her zaman "sokaktaki adam" olacaktı. Bu nedenle argümanlar kaba, açık ve güçlü olmalı ve akla değil, duygulara ve içgüdülere hitap etmeliydi. Hakikat önemsizdi ve tamamen taktiklere ve psikolojiye tabiydi’… Paul Joseph Goebbels…
Şaşıyorum bu kadar paralelliğe. Acaba sarayda Paul Joseph Goebbels’n ruh ikizimi var!
Bizans’ta oyun, sarayda entrika bitmez. Eğer ki bir ülkede saraylar varsa. İçinde mutlaka şamar oğlanları, soytarılar ve dalkavuklarda vardır. Saraylar itibarsa, o ülkede demokrasi ve sosyal adalet yoktur. Sultanizm vardır.