SİZLERİ ÇOK ÖZLÜYORUZ.
Bu ülkede kendi çıkarlarını bir kenara itip, ülkenin, milletin çıkarlarını gözetebilecek İki devlet adamı tanıdım… Ülkesini, milletini çok seven hizmetini esirgemeyen iki yiğit adam…

SİZLERİ ÇOK ÖZLÜYORUZ.
Bu ülkede kendi çıkarlarını bir kenara itip, ülkenin, milletin çıkarlarını gözetebilecek İki devlet adamı tanıdım… Ülkesini, milletini çok seven hizmetini esirgemeyen iki yiğit adam…
Gazetede yaptığım paylaşımlar, yazılarımda seçtiğim kelimeler de karakterimi ve duruşumu yansıtır. Bu duruşumla, bazı insanların aslında nasıl küçüldüklerinin farkında olmadan yaşadıklarını görüyorum. Çünkü ben bakmıyorum. Görüyorum. Ben, güzel kalpli insanları, gösterişten uzak, özgüveni yerinde, kendine ve hayata saygılı insanları seviyorum. Kendilerine büyük saygı duyuyorum. İlkelerinden ödün vermeyen, samimiyeti aklıyla birleştiren, sevgi dolu insanlar var olmaya devam ettiği sürece, iyi biliyorum ki; umutlar tükenmez. Ama sol yanım hep acıyor.
İçten ve yapmacıklıktan uzak insanlar hep çekici gelmiştir bana. Belki de ben de öyle biri olduğum için. Belki de bunun içindir ki; Vali Mehmet Lütfullah Bilgin ve Baş Savcı Mehmet Çağlayan… O kadar büyük saygıyı hak ediyorlar ki…
Olmayan bahçemdeki çiçekler arasında, güneşi takip etmek yerine kendi köklerine sadık kalanlar da var. Ayçiçekleri 24 saat dönüyorlar. Birde Güneşin etrafında döndüğü çiçekler var. Onlar, mevsim ne olursa olsun, kendi doğrularında ısrarcı, toprağın derinliklerine sağlamca tutunanlar. Rüzgâr ne yöne eserse essin, yapraklarını her yöne savurabilir, o rüzgâr; o kökleri asla sarsamaz. Gücü yetmez. Güçsüz ve zayıf olanlar hariç…
Bu ulu sadık ağaçların hikâyesidir. Dostluklarının ne kadar değerli olduğunun bir kanıtıdır. Onlar ki, her zaman güneşin doğduğu yöne eğilmek yerine, kendi doğrularında büyümeyi seçerler. Bu yüzden, bahçemde rüzgârın yönü ne kadar değişirse değişsin, her zaman onların özgün kokularını duyarım. Gerçek renklerini görürüm. Çünkü onlar, özlerinde ne varsa o olmayı, her şartta asil ve sağlam kalmayı başarabilenlerdir. Bunun içindir ki; hayalimdeki bahçemi çok ama çok seviyorum. Dostlukların pekiştiği, her şeyin açık ve yalın olduğu. Kokularıyla güzellikleriyle dünyamı aydınlatan her ne olursa odur.
Böyle bir bahçede yürümek, her adımda farklı bir hikâyeyle karşılaşmak demektir. Her bir çiçeğin, her bir yaprağın sessizce anlattığı, fısıldadığı hikâyeler bunlar. Ve ben, bu hikâyeler arasında en çok, kendi hikâyesini güneşe ihtiyaç duymadan yazabilenlerin hikâyelerini seviyorum. Vali Mehmet Lütfullah Bilgin ve Baş Savcı Mehmet Çağlayan gibi.
Ben bu şehre geleli 23 yıl oldu. Bu şehirde iki devlet adamı tanıdım. İkisine de büyük saygı ve sevgi besliyorum. Birisi Vali Mehmet Lütfullah Bilgin. Diğeri cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Çağlayan. Bu iki isim İnsanlıkları, adanmışlıkları ve adamlıkları bir yana Kırşehir için bir kıymet, insanlık için bir değerdiler. İnanın ben ikisini de çok özlüyor ve arıyorum. Bir anekdot paylaşmak istiyorum. Vali M. Lütfullah Bilgin’e sormuşlar. Aleyhinizde Mustafa Bağ yazı yazdı mı? Cevap. ‘Benim için hiç yazmadı’…
Hirfanlı Baraj Gölünde Tekne kazası geçirdiğimde, bana Geçmiş Olsun diye sarıldıktan sonra, Tevazu ile bana; ‘Allah Seni Bize Bağışladı’ demişti… Ne kadar alçak gönüllü, içten ve samimiydi.
Ben her iki devlet adamını tanımaktan son derece mutlu ve bahtiyarım. Çok sevdiğim ve saygıyla andığım Sayın Valim Mehmet Lütfullah Bilgin ağır bir rahatsızlık geçiriyor. Öğrendim. Keşke aramasaydım. Bilmeseydim rahatsızlığını. İnanın bir yanım yanıyor gibi hissediyorum. Umarım Yüce Allah bizim sevgimize saygımıza kendisini bizlere bağışlar. Bu ülke kutsanmış topraklarda binlerce M. Lütfullah Bilgin’i barındırıyor. Ama siz bu ülkeye lazımsınız. Sizi seviyoruz ve dualarımız sizinle. Bu ülkenin yetiştirdiği ender kimliklerdensiniz. Bu ülkenin size ihtiyacı var.
Hani, Mustafa Bağ sizinle ilgili ‘bir cümle yazmazdı’ demiştiniz ya! Şimdi yazıyorum. Keşke kötü adam olsaydınız. Ben bu yazıyı yazmak için kafa patlatmasaydım. İnanın bu satırları yazarken bile sol yanım acıyor.
‘Bu ülkede kimliğini arayanlar var. Üç paraya kimlik sahibi olanlar var.
Bu ülkeyi ‘Elhamdülillah Müslümanım’ diyenler hangi kimlikli milleti yönetiyor? Biliyor musunuz?
Bak kardeşim, ben Orta doğulu değilim!
Benim aslımın çoğu YÖRÜK.
Benim kültürüm bir Arap’tan ziyade Türk Kültürü ile büyümüş Türkoğlu Türküm.
Eğer sen beni zorla Ortadoğulu yapmaya çalışırsan ben direnirim.
Çünkü o benim kültürüm değil. Bana yabancı.
Ben beş değil, iyi eğitebileceğim kadar çocuk isterim.
Varsın tek olsun. Kusura bakma ama ben yere tükürmem. Çöp atmam.
Kadın ailenin kraliçesidir.
Annem de öyleydi. Anneannem de babaannem de. Bırak kadın erkek eşitliğini belki de kadın ağır basar benim kültürümde. Namazını kılan kılar. İçkisini içen içer. Biri öbürüne “Allah kabul etsin” der, diğeri de “yarasın şerefine “.
Demokrasi vardır evde de. Biat değil.
Evet, köpek te severiz, kedi de. Cinler, periler değildir onlar.
Doğayı da severiz çok. Canımız yanar tek bir ağaç devrilse.
İşimizin hakkını vermek isteriz.
Gurur duyarız yarattığımızla. Sanatseveriz sanat.
Her türlü sanat. Sanatçıya da saygı duyarız.
Ama gerçek sanatçıya. Severiz okumayı.
Kemal Atatürk‘ü en çok neden severiz biliyor musunuz? Çünkü O kurtarıcıdan da öte, bizim ‘kültürümüzün ‘sembolüdür. Olmaya hep çaba sarf ettiğimiz ama 88 yıl sonra bile daha da çok hayran kaldığımız. Mücadelemiz de siyasi veya ideolojikten de öte şu parti bu parti de değildir aslında. Kültürümüzün var olma savaşıdır’. Bu yazıyı hatırladınız mı bilmem. Ben bu yazıyı yazdığımda bana öyle dolambaçlı sorular sormuştunuz ki? Hiç unutmuyorum…
Ve Kırşehir’in unutulmaz hukuk adamı Çağlayan; ya siz? Hatırlıyor musunuz size yazdığım yazıyı. ‘Denize atmaya kıyamadığım deniz yıldızısınız’. İşte hep böyle kaldınız bu şehrin yüreğinde. Sizler yüreği kocaman adamlar. Bu şehir sizleri hiç unutmadı. Bunu biliniz. İyi ki sizleri tanıdık. İyi ki bu şansı tanrı bize verdi. İyi ki vardınız.
Her bir çiçek gibi, her bir insanın da kendi hikâyesi, kendi doğruları vardır ve bu bahçede, her hikâye saygıyı hak eder. Benim Hikâyem değil. Düşlerim ve düşündüklerim. Anlatmakla bitmez. Âmâ o kadar çok hikâyelere tanık oldum ki ve ben bu hikâyeleri sizlerle tek tek paylaşmak bana borç gibi geliyor. Rahatsız olanlar çok olacaktır biliyorum. Onların suratlarına. Hem de orta yerine! Kulakları duyuncaya. İşkembeleri patlayıncaya dek. ‘Benim içimde kalacağına onların gırtlağında kalsın’ daha iyi olur demeyi çok istiyorum.