Işık hızında yalnızlık

Teknolojiyle kuşatılmış bir çağda her şeye sahibiz, ama bir şeyler eksik. Hızla ilerleyen dijital dünya, ilişkileri yüzeyleştirip samimiyeti azaltırken, içimizdeki boşluk hissi neden büyüyor?İnsan kalabilmenin ve anlamı yeniden bulmanın yollarını arıyoruz

Teknoloji Yayın: 21 Nisan 2025 - Pazartesi - Güncelleme: 21.04.2025 22:04:00
Editör -
Okuma Süresi: 7 dk.
Google News

Teknoloji öyle bir hızla ilerliyor ki, daha ne olduğunu anlamadan bir sonrakinin içinde buluyoruz kendimizi. Dün hayal olan bugün cebimizde, dün bilimkurgu olan bugün gerçek. Artık saniyeler içinde dünyadaki tüm bilgilere, istediğimiz her şeye ulaşabiliyoruz. Yüzlerce yıllık kütüphanelerin, milyonlarca kitaptan oluşan arşivini cebimizde taşıyoruz. Ancak tüm bu erişim kolaylaştıkça, bir şeyler eksiliyor gibi...

Gerçeklik yapaylaşıyor, ilişkiler yüzeyleşiyor, samimiyet, duyarlılık ve derinlik yerini hıza ve hazza bırakıyor. İnsanoğlu bilgiye doyuyor ama anlamdan uzaklaşıyor. Sorularımız ve sorunlarımız çoğalıyor: Her şey bu kadar mümkünken, neden içimizde bir eksiklik hissi artıyor? Tüm kütüphanelerin kaynakları cebimizdeyken, bir iki tıkla ulaşabilecekken neden hala boş hissediyoruz? Bu yazıda, teknolojiyle kuşatılmış bir çağda insan kalabilmenin, düşünmeyi ve hissetmeyi unutmamanın üzerine sohbet edeceğiz.

Her şey hızlı, ama biz yavaş yavaş eksiliyoruz. Tıklıyoruz, ama dokunamıyoruz. İndiriyoruz, yüklüyoruz... Peki, hissedebiliyor muyuz? Eskiden mektup yazardık, cevabı gelene kadar ne yazdığımızı bile unuturduk. Şimdilerde birine “N’aptın?” diye mesaj atıyoruz, beş dakika cevap gelmezse küskünlük başlıyor. Telefonlar akıllandı, ama biz ekrana bakmaktan uyuştuk. Her şey elimizin altında, ama sanki hiçbir şeye tam sahip değiliz. Görüntülü konuşuyoruz, ama göz göze gelemiyoruz. Beğeni alıyoruz, ama değer göremiyoruz.

Bugünlerde “imkânsız” dediğimiz şeyler, zamanla sadece “henüz gerçekleşmemiş” şeyler haline geliyor. Bundan 35 yıl önce, dünyanın öbür ucundaki bir insanla görüntülü konuşacağımızı söyleseler, sihir ya da büyü derlerdi. Bugün yapay zekâlı robotlar algılıyor, arabalar kendi kendine gidiyor, 3D yazıcılarla organ basılıyor, dronlar kargo taşıyor. Kim bilir, belki 30-35 yıl içinde ışınlanma, zihinsel hafıza yükleme, sonsuz ömür, hücresel yenilenme ve yapay bedenler bizi bekliyor. Hologram dünyasında yaşamak, tamamen alternatif bir gerçeklik, sanal değil gerçek olabilir. Uzayda yaşam, hatta zamanda yolculuk bile mümkün olabilir. “Olabilir mi?” sorusunun cevabı, en fazla bir çeyrek asır içinde “Oldu” dedirtiyor.

Artık inanılmaz bir çağdayız. Eskiden bir haberi öğrenmek için gazete beklenirdi; köydekiler öğrendiğinde şehirdekiler çoktan unutmuş olurdu. Şimdi herkes kendi TV kanalı, yayın kuruluşu gibi canlı yayın yapıyor. İnsanın dünyayla bağlantısı artık zaman ve mesafe tanımıyor. Ama bu hız, iyi mi, kötü mü? Teknoloji bizi daha güçlü mü yapıyor, yoksa daha bağımlı ve yalnız mı?

70’lerde ve 80’lerde bilgiye sadece zengin, şehirli ya da ayrıcalıklı olanlar ulaşabilirdi. Şimdilerde, internet olan bir köyde, kasabada, hatta en ücra köşede bir çocuk MIT derslerini izleyebiliyor. İmkanı olmayanlar bile kendini geliştirip dünyaya açılabiliyor. Tabii ki bilgiye ulaşmak ayrı, onu doğru kullanabilmek ayrı bir mesele. İnternette her şey var, ama hepsi doğru değil. Önemli olan doğruyu bulmak, analiz etmek ve gerçekleri öğrenmek. Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, ona ulaşmak için çaba göstermemek insana yetiyormuş gibi geliyor. Ancak bu, zamanla tembellik hissi ve yüzeysel öğrenme alışkanlığı yaratıyor. Mesela, araştırmak yerine 30 saniyelik bir videoyla yetiniyoruz, kitap okumak yerine özetini izliyoruz. Evet, bilgi var, ama derinlik yok; ilham var, ama emek yok; erişim var, ama odak kaybı da var. Beyin de kas gibidir: Spor yapmazsan kaslar zayıflar, beyin zorlanmadıkça tembelleşir. Hızlı bilgi, hızlı tüketim ve sürekli yüzeysellik, kalıcı tükenmişlik hissinin yanında eksiklik duygusunu tırmandırıyor. İşin en kötü yanı, bunun farkına varamamamız. Çünkü farkındalık, her zaman ilk ilaçtır.

Teknolojinin iyi yönlerini alıp kullanmak bizi her zaman bir adım öne taşır. Önümüzdeki asırda robotlar ve yapay zekâlar insanlar gibi düşünebilecek. Zihin okuma ve kontrol teknolojileri gelişecek, düşünceyle bilgisayarları kontrol edebileceğiz. Tıpta genetik mühendislik çığır açacak, hastalıklar doğmadan yok edilecek. Organlar zaten 3D yazıcılarla üretilebiliyor. Hücre yaşlanmasını yavaşlatan, hatta durduran çözümlerle biyolojik ölümsüzlük tartışılacak. Kanser, diyabet, Alzheimer gibi hastalıklar tamamen tedavi edilebilir olacak. Canlıları ışınlamak zor olsa da nesneler ışınlanabilecek. Belki ışık hızında yolculuklar bile mümkün olacak. Gerçeklik ve sanallık arasındaki çizgi bulanıklaşacak. Sanal evrenlerde yaşayıp çalışacağız, arkadaşlıklar kuracağız. Zihinlerimizi sanal bir dünyaya aktararak orada yaşamaya devam edeceğiz. Avatar filmini izleyenler bilir.

Sonsuz enerji kaynakları yaratılarak fosil yakıtlar terk edilecek. İklimleri kontrol edebileceğiz: Yağmur yağdırmak, sıcaklığı ayarlamak mümkün olacak. Robotlar, insanlar gibi vatandaşlık alabilir. Eğitim baştan sona değişerek bireyselleşecek, herkes kendi öğrenme hızında öğrenecek.

Her şey giderek yapaylaşıyor, hem maddesel hem de manevi olarak. Duygu, bağ ve değerler anlamında da yapaylaşma artıyor. Gerçekten kopuk, ama gerçek gibi hissettiren ortamlar oluşuyor. Bilgisayarlar insan gibi konuşuyor, düşünüyor, yazıyor, ama içinde ruh yok. Sosyal medyada bir beğeni, sevgi gibi sunuluyor. Gerçek dostluk ve samimiyet azalıyor, çünkü insanlar anda kalmıyor, sürekli kaydırıyor. Duygular emojilere indirgendi. İlişkiler hızlı başlayıp aynı hızla bitiyor. Asıl tehlike şu: Gerçekten kopmak. Doğadan, kendimizden ve diğer canlılardan kopmak. Teknoloji, bunu sinsice yaptırıyor ve planlarını yavaş yavaş devreye sokuyor. Her şeyi kolaylaştırırken anlamları ve maneviyatı azaltıyor.

Peki, çözüm nedir?

Teknolojiye karşı değil, onunla bilinçli yaşamak. Doğayla bağını koparmadan, gerçek ilişkiler kurarak, yeri geldiğinde yavaşlamayı bilerek yaşamak. Bu bilince ve farkındalığa sahip olarak yaşamayı becerebilen insanlar, belki de çağın hakiki insanları olacaklar.

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.