BÖYLE DÜŞÜNÜYORUM! SİZLERİ BİLMEM?
Bir bahane ile üretilen yasaklarla kutlamaları durdurdular. Tasarruf tedbirleri ayağı ile Cumhuriyet balolarını iptal ettiler.

BÖYLE DÜŞÜNÜYORUM! SİZLERİ BİLMEM?
Bir bahane ile üretilen yasaklarla kutlamaları durdurdular. Tasarruf tedbirleri ayağı ile Cumhuriyet balolarını iptal ettiler. En ahlaksız olanı ise 29 Ekim günü PYD ve PKK’ya Türkiye Cumhuriyeti topraklarında gösteri yaptırdılar. Sustuk! Milliyetçi dediğiniz bir kimlik PKK canisine güzellemeler diziyor. Çadır mahkemeleri kurup, sözde yargılama yaptılar. Çadırda ne Türk bayrağı, nede Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafı. Aradan kaç yıl geçti? Ben unutmadım!
Koalisyon ortağı sümüklü dinci dümenden doğum haftası icat edip adına ‘Kutlu Doğum Haftası’ diyerek 23 Nisan’a dayadı. Bu millet bu günü kutlamaya salya sümük ağlamaya koştu. Çünkü dinini de, Peygamberinin de hayatıyla yakından uzaktan alakası olmayan bir cehalet şekillenmesiydi ortaya çıkan… Yalan mı?
20. yüzyılda iki büyük savaşla insanlığa derin acılar yaşatmış olan emperyalist sistem, bugün de benzer yıkıcılıkta bir çılgınlığa yönelmiş Ortadoğu’da almak istedikleri hınçlar hiç bitmedi. Enteresan olan ise, insan kıyımını, Müslümanın Müslümana uygulamasıdır. Arap olmayan amma Arap yaşamı dayatılan bu topraklarda hiçte azımsanmayacak çoklukta hain var. Bu korkunun temelinde tanrıyla yüzleşmek varsa, korkunun ecele faydası yok. Bu dünyada 1500 yıl öncede tanrılar vardı. Bizler bugün varlığını hissetmiyoruz ki!
21nci yüzyılda daha özgür olmamız, evrensel hukukun normlarında yaşamayı düşlerken, geldiğimiz noktaya bakın. Aydınlanma ve bilinç yüzyılı ilan edilen 21 yüzyıl bir karabasan gibi. Hızla ortaçağ karanlığına itiliyoruz. Sanki herkes halinden memnun gibi. Acaba ben mi çok farklıyım anlayamadım. Bu çırpınış, bu aceleciliğin altında ne yatıyor? Tepedekilerin davaları, dava arkadaşlarının köleleştirerek doyumsuzlukları sonuçlanmadığı için olabilir mi?
Bu millete, alt kimlik üzerinden inanç üzerinden 24 yıldır sürdürülmekte oldukları sistematik saldırıyı, insanlık tarihinin bütün kazanımlarını ortadan kaldırma noktasına vardıran para hırsları, nasıl durdurulmalı? Korkmayan bir anlayışın cesaretine mi muhtaç olduk. Geleceğimiz, yapısal krizlerini aşamayan kapitalizmin, insanlığı yok etme girişimi ile insanlığın kâr hırsına karşı direniş azmi arasındaki mücadelenin sonucuna bağlıdır. Bu kavgayı kazanmalıyız ama nasıl?
Milyonlarca gençler, yaşlı, kadın çocuk yoksulluk, açlık, hastalıklar ve cehaletle boğuşurken, ne yazık ki, bir de koltuk kavgası içinde birbirleriyle boğazlaşmayı siyaset diye yutturuyorlar. Yutanlara!
Seçimler var mı, yok mu? Kaybederse ne olur? Neler olur polis devletinde, partileşmiş bir ordunun hâkimiyetinde yapılacak seçimlerde kazananda, kaybedende bugünden belli değil mi? Bu kahrolası düzenin yalnızca polis baskısıyla, tankla-tüfekle sürmesi mümkün değil. Ama! O yüzden, yoksul insanların kandırılması, uyuşturulması, başlarına gelen felaketi kabullenmesi için her şey yapılmakta. Tanrı öyle istediği için böyle…
Yoksulluk kader değildir! Yoksulluğun kader olduğu vaazları aldatmacadır ve tüm zenginliklerin üzerine çöken küçük bir azınlığın çıkarlarını korumak için uydurulmuş avuntudur. İnsanlar arasındaki eşitsizliklerin nedeni, doğada ya da doğaüstü güçlerde değil, yeryüzündedir. Eşitsizliğin ve adaletsizliğin kol gezdiği ender ülkelerden değil miyiz? Sömürü düzeni, kendini ancak kutsal değerlere sığınarak koruyabilecek haldedir. Siyaset kutsal değildir. Desem!
İnsanların inanç ve ibadet özgürlüğü ne kadar dokunulmazsa, siyasi alanın inançlardan, din kurumundan bağımsızlığı da o kadar önemli bir ilkedir. Bu ilke laikliktir. Laiklik bir yaşamsal kurallar manzumesidir. Bir avuç hergelenin ağzında sakız değildir.
Dini siyasete alet edenler işbirlikçilerdir! Bizim coğrafyamızda dini siyasete alet edenlerin, din üzerinden siyaset yapanların tarihi, ABD ve Alman emperyalistleriyle işbirliği tarihidir. İlericilere, devrimcilere, bilim insanlarına din adına saldıranların arkasında onların deyimiyle “gâvur” parası ve silahı vardır. Yoksul insanların inançlarını istismar edenlerin uluslararası bağlantıları onları güçlü kılandır.
Dini kullananlar zenginleşiyor! İnançların arkasına sığınarak siyaset yapan ikiyüzlüler, emekçi halkın sırtından zengin olan patron, zenginliği, için Allah veriyor diyorsa, bir kantar memurunun oğlu 650 adet gayrimenkule sahip olup, mülk Allah’ın diyerek hırsızlığı Allah’ın sırtına yıkıyorsa! Din istismarcılığı salt siyasette değil ki. Algı mahalle baskısıyla hızla yayılırken şirketler arasındaki ilişki, hiç bu kadar kirli ve gözü dönmüş bir noktaya ulaşmamıştı. Yolsuzluğun, hırsızlığın ibadetini yapanların inanın boyunlarında haç ve İsrail madalyası taşıyanlardır.
Kim olursa olsun halkın parasını çalanlar, kamu malına göz koyanlar dinci çeteler emperyalizmin hizmetinde olan ahır uşaklarıdır. Dinle, mezheple bölerek sömürüyorlar! İşçi kitlelerinin dinsel ve etnik temelde bölünmesi, sömürü düzeninin bir başka oyunudur. Bugünkü ortaçağ görüntüleri, Bölgemizi mezhep ve etnik çatışmalar çıkararak aşiret yapısındaki devletlere bölmekte çıkarı olanlar, petrol tekelleri, inşaat şirketleri, silah üreticisi firmalardır. Bu saadet zincirini kırmak kolay mı zannediyorsunuz?
Bir ülkede Sultan varsa, Cumhuriyet yoktur… Bir ülkede saray rejimi hâkim kılınmışsa, demokrasi tehlikededir. İyi biliniz ki; Demokrasi isyanların rejimidir!
Tasmalı aydının isteği Tasma Cumhuriyeti!
Faşizme, darbelere karşı gösterdiği destansı direniş nedeniyle ’“Efsane Direnişci’ olarak anılan ve kapitalizm, emperyalizm, faşizm karşıtlığı denilince ilk akla gelen isim olan Lütfü Oflaz, gündemdeki konularla ilgili olarak konuştu. Sosyalistlerden İslamcılara kadar birbirinden farklı tüm kesimlerin büyük saygı duyduğu ve mazlumların, emekçilerin, ezilenlerin, sömürülenlerin cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdiği Lütfü Oflaz, kendisine yöneltilen soruları şöyle cevaplandırdı:
Lütfü Bey; başbakan olduğundan beri Tayyip Erdoğan’ı destekleyen liberal yazarlar, aydınlar şimdilerde ona muhalefet etmeye başladılar. Hatta Başbakan Erdoğan ile liberaller arasındaki suçlamalar o boyutlara vardı ki, liberaller Başbakan’ı diktatörlük heveslisi olmakla suçlarken, Başbakan da liberallere “Sizi tasmalarınızdan ben kurtardım” diyor. Nasıl yorumluyorsunuz Başbakan ile liberaller arasındaki bu kavgayı?
Başbakan Erdoğan, “Sizi tasmalarınızdan ben kurtardım” (Başbakanken) derken, geçmişte generallerin tasma taktıklarını kastetmişti. Geçmişte generallerin tasma taktığı medya mensuplarının, yargı mensuplarının, üniversite mensuplarının olduğu ise bilinen bir gerçekti. Bu gibiler generallerin emriyle, komutuyla hareket ederlerdi. Generallerin “Saldır” dediklerine hemen saldırıverirlerdi. Geçmişten beri ben bunları çok eleştirdim. Ancak generallerin tasma taktıklarını eleştirdiğim gibi, başbakanların tasma taktıklarını da eleştirdim. Generallerin, başbakanların, kısacası güç odaklarının tasma taktığı aydınlardan, yazarlardan iğrendim. Ama aynı zamanda ABD’nin, emperyalistlerin tasma taktığı ne kadar general, ne kadar başbakan, ne kadar aydın varsa, onlardan da iğrendim. Emperyalizmin başı ABD’nin yöneticilerinin “Bizim oğlanlar” dediği türden olanlardan tiksindim. Generallerin, başbakanların, aydınların ABD’ye, emperyalizme karşı milli bir duruş, özgürlükçü, bağımsızlıkçı bir duruş sergilemelerini istedim. Onların tasmaları olmasın istedim. Peki liberal aydınların, yazarların ABD’ye, emperyalizme karşı özgürlükçü, bağımsızlıkçı bir duruş sergiledikleri söylenebilir mi? Aksine bunlar ABD’ye, emperyalizme karşı tam bir teslimiyet, bağımlılık içinde değiller mi? Nitekim bunların ABD’ye, emperyalizme karşı ülkemizin özgürlüğünü, bağımsızlığını savunduklarını hiç görmedik. Unutulmasın ki biz Kurtuluş Savaşımızı emperyalizmin tasmasından kurtulmak için verdik. Bu savaşı Türkiye Cumhuriyeti değil Tasma Cumhuriyeti olalım diye vermedik!