“Düştüğüm Tuzak, Öğrendiğim Ders: Akyel’in Hikâyesi”
Bir hata yapıyorsunuz. Yaptığınız hata kişiyi etkiliyor. Geçmişte olduğu kadar kendime karşı sert davranmıyorum. Herkes hata yapar ve ben de bir hata yaptım. Karşımdaki insanı incittim. Yaptığım hatayı, düştüğüm tuzağı çözmek yerine tuzağın bir parçası ol

AKYEL…
Bir hata yapıyorsunuz. Yaptığınız hata kişiyi etkiliyor. Geçmişte olduğu kadar kendime karşı sert davranmıyorum. Herkes hata yapar ve ben de bir hata yaptım. Karşımdaki insanı incittim. Yaptığım hatayı, düştüğüm tuzağı çözmek yerine tuzağın bir parçası oldum. Ama yine de kendimi suçlamamakta zorlanıyorum. Nasıl altından kalkılır! Sana bir özür borcum var demek sizi aklamış olmuyor ki!
Hırsızın, hırsıza, namussuzun, namussuza sahip çıktığı bu şehirde bu memleketin evladına nedense sahip çıkmayı beceremedik. Ayağa kalkana ya çelme attık. Ya da başını yükselteni aşağıya çektik. Sahtekârların namussuzların istediği buydu. Ve alet olduk bu şerefsizliklere. Onlar yere düşürmek için kullandılar. Bu ahlaksızlığın aparatı olduğum için gerçekten çok üzgünüm.
Sıradan bir adam. Senin benim gibi bu şehrin derdiyle tasalanan, üzülen, düzeltmek için çırpınan bir adam. Bakın; tırnaklarıyla kazıya, kazıya bir unvana yükseldi. Ve şimdi Ahi Evran Üniversitesinde Profesör.
Kendisini ilk tanıdığımda tıfıl bir öğretim görevlisiydi. Toklumen ağaçlandırma sahasına 50 öğrenci ile gelmişti. Gençlerle birlikte toprakla fidanları buluşturdu. Kırşehir Belediyesinin tahsis ettiği otobüs içinde dönüş yolu boyunca boyu sohbet ettik. Aradan yıllar geçti. Yıllar sonra karşılaştığımızda; “Sen beni tanımadın mı Mustafa abi”… Sözleri boğazımda yumruk oldu. Ve ben bu adamı; Üniversite yönetiminin de içinde olduğu planlı bir komploya kurban edildiğini anladığımda çok üzülmüştüm.
Ben gazeteciyim. Bu olaya yüzeysel bakar geri adım atardım. Yapmadım. Mağdur-e-yi oynayan bir kadın planlı olarak öne çıkartıldı. Kurban edilen Yakup Akyel’di. Nüfuz ticareti yapıyor dediler. Recai Akyel (Anayasa Mahkemesi Üyesi) adını kullanıyor dediler. Kendisiyle konuştuğumda. “Benim Allah’tan başka dayanağım yok”… Zaman onu haklı çıkartırken, benim mahcubiyetim her geçen gün arttı.
Yıpratmak amacıyla öyle bir tuzak hazırlanmış ki, yenilir yutulur değil. Personelden sorumlu genel sekretere duyumlarımdan söz ettim. Bana verdiği cevap; “Ben bu olayın içinde yer alan o kadın davasından vazgeçerse, o kadını kapının önüne bırakırım”… Olmuştu. Ama olmadı.
Üniversite yönetimi için genç sevgililerden, şaibeli ihalelerden dem vurdular. Bu iletilen dayanağı sadece iddialara dayalı diye hiçte ciddiye almadım. Şimdi düşündükçe büyük balıklar nasıl elimin altından kayıp gittiler diye düşündüm.
Geçen zaman Yakup hocayı haklı çıkarttı. Anladım ki Yakup’u üniversitede barındırmak istemiyorlar. Hatta bir ara bana “Yakup gibi yaramaz adamlar var. Elimden gelse bunları üniversitenin kapısından içeri sokmam”. Bende kendilerine siz gereğini yapacak makamdasınız. Bana belgeleri verin ve benim yazılarımı referans alıp YÖK’e gönderin. Yapamadılar. Kısaca çamur at izi kalsın istediler olmadı. Yakup burada kaldı onların esemesi bile kalmadı.
Bazı hikâyeler gerçektir. Ama anlatanın ciddiyeti öne sürdüğü olaylara baktığınızda, aslında gerçeği bel altına vurmayla saklandığını anlamak çokta zor olmazdı. Ben bu gerçeği görmekte zorlandım. Üniversite’nin çok güvendiği isimler vardı. Birisi ERASMUS+ programıyla taşıdığı öğrencilerden haraç gibi döviz topladığı, bir diğerinin ERASMUS+ hibe tutarına cebine attığı her iki olay ortaya çıktığında işi kılıfına uydurup sıyrılma planları yapanlar. Hatta STK olarak yanımızda yurt dışına götürdüğümüz çapulcuları içinde barındırmalarına nasıl sessiz kaldım, akıl alır gibi değil.
Keşke yaşanan bunca olaylar üç beş kişiyle sınırlı olsaydı. Gönül ilişkileri, ihaleler ve daha akıl almaz olaylar. Renault 19’dan inip kendilerinin, karılarının altında cipler, apartman dairesinde kiradayken milyon dolarlara villa sahibi olmalar. Ahlaksızlığın boyutu ölçülemez olduğunda, anladım ki; kırdığımız dal bizim dalımız olduğunu anladık. Yakup yem oldu. Üzerine prinalar gibi saldırıldı.
Akyel için; “Ben buradayken sen Doçent olamazsın”. Diyenler. Gittiler. Akyel direndi. O burada. Hem de bu ifadelerin sahiplerinin suratına çarpılacak Profesör Doktor Unvanını aldı. Müracaat ve Tezlerini YÖK’e göndermemek için sumen altı yapanlar; Profesör olamazsın diyenlere inat tek başına savaşarak sonuca ulaştı. Kutluyorum.
“Çocuğu herkes sever. Kendinden olanı bağrına basar”… Ahi Evran Veli.
Ahiliğin merkezinde kendi öz evladına sahip çıkamayan anlayış, başkalarının komplelerine alet ediliyor ve komplonun kurbanı inatla direniyorsa birde aleyhte yazılan çizilen, oluşturulan senaryoları tersinden okuman gerekir. Prof. Dr. Yakup Akyel’in hakkını verilmemesi için direnen kendini yetkili görüp o makamı birilerini harcamak için kullananlara diyecek söz bulamıyorum. Bunun içindir ki; Akyel’i ürettikleri toplumsal fayda dâhil yerel topluluklarla ilişkilerine bakmayanların kurguladıkları şerefsizliğin altında olanların özürden daha büyük sorumluluğu ve borcu var.
Yakup Akyel bir hoca. Uzayan dal bizden olsun. Bir gazeteci sıfatıyla değil, bir abi olarak kendisini gönülden kutluyorum. Başarılarının daim olmasını diliyorum.
Ve son olarak şunu söylemek isterim. Yardım severliğin, dost canlısı oluşun, hepsinden önemlisi mütevazılığın her şeye değer. Sen var git yoluna. Yolun açık olsun.






