grandpashabet giriş grandpashabet sinavmerkezi.org bahis siteleri

73 YILIN HASTALIKLI DÜŞÜNCELERİ… VE CUMHURİYET.

Aydınların aydınlatamadığı halkı, soytarılar aldatır!

Gündem Yayın: 29 Ekim 2023 - Pazar - Güncelleme: 29.10.2023 21:46:00
Editör -
Okuma Süresi: 12 dk.
Google News

73 YILIN HASTALIKLI DÜŞÜNCELERİ… VE CUMHURİYET.

Aydınların aydınlatamadığı halkı, soytarılar aldatır!

Bu ülke Cumhuriyet aydınlığını sadece 17 yıl yaşamıştır. Bu ülkeyi 73 yıldır Emperyalist ülkelerin uşakları yönetmektedir. Siyasal Tarihe baktığınızda bu ülkede kendi çıkarlarını bir kenara itip, ülkenin, milletin çıkarlarını gözetebilecek bir siyasetçi, bir bürokrat bulamazsınız. Satılmışları, bulup, bulup tepesine taşıyan, piyonlardan kendisine ‘Tanrılar’ yaratan, aydınlanma yerine gericiliği, adanmışlık yerine, Cumhuriyet düşmanlarını, ahlak yerine hırsızları taşıyan yine bu millettir. Demokrasiyi reddedip, sultanizm alkışlayan ta kendisidir.

Büyük devletlerde toprakların büyüklüğü bir anlam ifade etmez. Bu topraklarda yaşayan milletin büyük olması esastır. Aradan 100 yıl geçmiş. Bu millet bu süre içinde kendine gelememiş, son 22 yılda, ülkesi adına neler kaybettiğinin farkında değilse, kuruluş ayarlarına dönmek için bir 500 yıl daha beklemesi gerekir. 500 yıl sonra bu topraklarda Türk diye bir unsur, Türkiye adı kalırsa! Onlar milletin karşısına çıktılar; ‘çağdaşlaşmak için Cumhuriyet şart değildir’… Dediler… Hukuk ülkesinde, Adalet öldü, üstünlerin hukuku egemen olurken, Dış Politikada Yalan… Sosyal Politikalarda yalan… Ekonomide Yalan... Tarihte yalan… Sağlıkta yalan… Eğitimde yalan… Dinde yalan kazandı…

ABD'li Yahudi bankacı iş adamı David Rockefeller Türkiye üzerine itirafları...

‘1950’lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik. Kabul etti. 2 Ağustos 1958 Cumhuriyet tarihinin en yüksek orandaki devalüasyonu yapıldı. 1 dolar 2,80 TL’den 9 TL’ye çıkarıldı. Devalüasyon oranı yüzde 221 oldu. Hızla borçlanma dönemi başladı. Türkiye borçlarını ödeyemiyordu. ‘Yeşil Kuşak’ projemizi dayatma zamanı gelmişti. Köşeye sıkışmış olan Menderes 4 Ağustos 1958 IMF’den 250 milyon dolar borç aldı. Ana muhalefet liderini “idamla” tehdit etti.

19 Ekim 1958 Başbakan Menderes, Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’da Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayrak açılarak karşılandı. Menderes Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için talimat verip, kâğıt tahsisi yaptı.

Dinsel ağırlıklı politika tuttu. Çünkü ülkenin doğusu sadece dinsel metaforların altında yaşıyordular. Eğitim yoktu. Birçok kırsal alan cahil imamalar terkedilmişti. Bu hem bizim, hem Menderes’in işini kolaylaştırıyordu. Menderes Adana’da yaptığı konuşmasında “İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp sultan camiini de ikinci bir Kâbe yapacağız” diyordu. Karşı tarafta Mustafa Kemal’in silah arkadaşı İnönü; meydanlarda ‘En çok İmam Hatip okullarını biz açtık’ diye slogan atıyordu… Türkiye, istediğimiz kıvama geliyordu. Hızla ‘Parti Devleti’ kuruluyordu. İlçeler kadar devlet kadroları partili olmalıydı. 5 Ocak 1960’a doğu illeri valilerine gönderdiği bir mektupta; “Şark bölgesinde komünistliği 60 bin Nursî sayesinde önlemekteyim. Nasıl ki Arapça ezan okutturduk ve bu sayede Müslümanları Demokrat Parti cephesinde topladığımız malumunuzdur. Şimdi de dağıttığımız bu Risale-i Nurlarla komünizmle ve masonlukla savaşacağız”. 

Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırılıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırmıştı… Ancak halk ağır baskılara, yokluğa ve yoksulluğa karşı ayaklandı. Önce Üniversite öğrencileri, sonra halk ve ardından ordu.

Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. İdamdan sadece Celal Bayar kurtuldu. bayar bir Mason’du ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısı onu idamdan kurtardı.

Bizim isteklerimiz 1980 darbesi ‘yeşil kuşak projesi…

Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. Ülke koalisyonlardan bıkmıştı. Fırsat ayağımıza gelmişti. Hem bölgesel değişim, hem ekonomik çöküş. Askerlerle görüşüldü. Teklifimiz kabul gördü. Az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul ettiler. 12 Eylül darbesi yapıldı.

Özal, isteklerimiz doğrultusunda kapıları sonuna kadar açtı…

Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu kişi Turgut Özal’dı. İsteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını sonuna kadar bize açtı. 1,5 milyon Peşmerge’ye TC kimliği verildi. ‘Küçük Amerika’ sloganı tutmuştu. Halk yoksulluğun içine girdiğini hissettiğinde birçok teori kabul görmüştü. Türkiye, Finans şirketlerimizden yüksek faizli aldıkları kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürüklendi. Kıpırdayacak hali yoktu. TC’nin tepesine taşıdığımız Adamlarımızın doymak bilmeyen iştahları, lüks ve şatafat düşkünlükleri işimizi daha kolaylaştırıyordu. Ama Türkiye’deki bazı gruplar seslerini yükseltiyordu. Bedeli nasılsa kendileri ödemiyordu.

‘Kürt devleti projesi ve BOP” işimiz daha kolaylaşmıştı. Örgüt kuruldu.

Özal’da kendisini kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki; Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek biraz kaygılanmaya başlamıştık. Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değildi. Yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan ‘Sevr’ antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakârlık etmek zorunda kalacaklardı. Çünkü ülkeyi çökertmek için yarattığımız örgütün (PKK) silah ve ekonomik desteklenmesi Türkiye’yi daha da zora sokması gerekiyordu.

Demokrasiyi getirecekleri iddiası ile iktidara taşınan Recep Tayyip Erdoğan…

En büyük engel askerlerdi. Öncelikle askerleri ortadan kaldırılması gerekiyordu. Elimizde kullanılmaya hazır Cemaat vardı. Zaten bu cemaat bizimle yaklaşık 30 yıldır irtibattaydı. Orduyu ve Yargıyı ele geçirme projesi bu İslamcı örgütle başladı.

Tüm tarikat ve cemaatler gizli ya da açık birer çıkar örgütüdür. Ana hedefleri olan kendi düşüncelerini hâkim kılmak, yani iktidarı ele geçirmek için kapitalizmin en temel aracı olan parayı hedeflemişlerdir. Bu yönüyle tarikat sistematiği, Ortaçağ Hıristiyanlığındaki endüljans sistemini andırır. Endüljans, papaların para karşılığı sattığı günahlardan arınma belgesidir. Kilise, iktidarını sürdürmek için paraya ihtiyaç duyar ve zamanla bu belge cennetten arsa satışına dönüşür. Kiliseye karşı gelmenin cezası ise dinden atılmak (aforoz) ve giyotindir. Bugünün Türkiye’sinde de tarikatlar günahkâr kulları Allah’ın ateşinden koruyacak yanmaz kefenler satarak, İslam endüljansını yarattılar. Buna karşı çıkanlar lanetlenir, İslam düşmanı ilan edilir.

İşimiz kolaylaşmıştı… Erdoğan çekiniyordu! Kendisine BOP görevi verildi…

Yargı kuşatılmıştı. Bahanelerle Türk ordusunun üzerine gidilmesi gerekmekteydi. Yapıldı. Türk Ordusu kafese kapatılmıştı. Yargı ağırlıklı olarak Cemaatin elindeydi. Diğer kurumların şekillenmesi sadece Erdoğan ve ekibinin işiydi.

Suriye ve bölgesel karmaşalar Erdoğan’ın işini kolaylaştırıyordu. Ekonomi çöküşteyken, ülkeye Suriyeli ve bizimle işbirliği yapan Afganlılar mülteci olarak sokuldu.

Sonuç;

22 yılda gelinen final. Cumhuriyetin tüm değerleri askıya alındı. Adım, adım yaklaşan tehlike. Ortaya yapılan bu sürümler alıştırma değilse neydi? Başkanlık veya yarı başkanlık sürümleri tartışmaya açıldı. Sultanizm öncesi saray inşa edildi. İsteğe göre şekillendirildi. “Padişahım Çok yaşa…” veya güle, güle demokrasi hoş geldin ‘Diktatörlük’. Devri başladı!

Muhalif halk ‘Sürtük, Cibilliyetsiz, Şerefsiz, Eşkıya, Haysiyet fukarası, Kan emici, Geri Zekâlı Onursuz, Vatan Haini Adi, Çapulcu, Terörist, Zillet’… Yakıştırmalarla yaftalanıyordu…

Hapishanelerde ‘terörist’ gazeteciler, liseli gençler, yatarken, dizinin dibine oturdukları Hikmetyar'ı, özel kararname ile terörist listesinden çıkartanlar, DEAŞ’ın, HAMAS’ın liderlerinin Türkiye’den destek almaları normal bence…

Devlet; gücünü kendi halkı üzerinde sınanmaz. Devlet yoksulun, çaresizin sırtından beslenmez. Halk; ‘Hak, Hukuk, Adalet’ diye inliyor... İç İşleri Bakanı ‘Artık Devlet nerede diye bağıran Yok’. Diyebiliyor!

Anayasanın ve hukukun askıya alındığı. Toplumun ayrıştırılarak birbirine düşman edildiği, yalan, talan, gerginlik ve kaosun hüküm sürdüğü, dış politikada bataklığa saplanıldığı, gelecekten endişe duyulan, Cumhuriyete Atatürk’e düşman. Milleti felakete hazırlayan anlayışın adına, ‘Yeni Türkiye’si! Kulpu takan düşünce Cumhuriyetin 100ncü yılını Mustafa Kemal’in olmadığı afişlerle kutluyor. Savaşın tetiğini çeken terörist HAMAS’ın rezaletine üzülen, bir depremle yerle bir olan şehirlerde 70 bin insanının ölümüne, inşaat atıkları içinde ortaya çıkan ikiye bölünmüş çocuk cesetlerine üzülmeyip, terör odaklı savaşın yarattığı çocuklar üzerinden politika üretenlere lanet olsun...

‘Bu ülkeye daha çok mülteci gelmeli’! Diyen bir kimliksiz kimliğe. Meclis kürsüsünden ‘narkozdan uyanmalıyız’ diyen milletvekili. Balıkesir Belediye başkanı olan kişinin ‘Atatürk’e’ hakaret etmesi, Cumhuriyete ‘lanet’ okuması. Atatürk ismine alerjili Diyanetin ‘Cuma hutbesi’ gösteriyor ki ülkeyi satanlar artık ortada ve biliniyor.

Onlar; Mustafa Kemal Atatürk’ü heykel,  fotoğraf ve resimlerden ibaret olduğunu zannediyorlar. Atatürk’ün Türkiye’sinde siyaset yapan ne iktidar, nede muhalefet, Nede bunlara uşaklık eden din soytarılar, İbişler Atatürk ve Türkiye’sini tenkit edecek düzeyde değildir...

Atatürk bir isim değildir. O’nun ismi Mustafa Kemal’dir. Atatürk ilimdir. Atatürk bilimdir.  Atatürk akıldır. Atatürk İnovasyondur. Atatürk gelecektir. Atatürk barıştır. Atatürk gençliktir. Atatürk Özgürlüktür. Atatürk Bağımsızlıktır. Yüzyıllar sonrasını ön görebilmektir. Sürdürülebilir kalkınmanın temel taşıdır. Cumhuriyettir.  Bu nedenle 20nci yüzyıldan 21nci yüzyıla fikirleriyle ve eserleriyle değeri giderek artan çağdaş kurucu önderine yapılan her türlü saygısızlığa tarih isyan eder. Akıl isyan eder. Vicdan isyan eder. Milletin vicdanlı her ferdi isyan eder. Etmelidirler de. Buna Cumhuriyetin savcıları dâhildir. 

Hiç kimse! Bu vatanı ve ulusu; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten daha çok sevdiğini iddia edemez. Ömrü savaş meydanlarında geçmiş bir özgürlük savaşçısına hakaret eden. Her kim olursa olsun. ‘Şerefsizdir. Namussuzdur. Alçaktır’…

Hiçbir din; milletleri kimlik sahibi yapmaz’… Bu ülkede yaşayan 7’den 70’e bizler; ümmet toplumu değiliz. İktidar sahipleri de, payandaları da bu gerçeği akıllarına sokmalıdır…

#
Yorumlar (1)
Ahmet Serdar
30.10.2023 12:37
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.