grandpashabet giriş grandpashabet sinavmerkezi.org bahis siteleri

14 MAYIS GERÇEĞİ; ‘İKİYÜZLÜLÜK’…

Vicdan ve evrensel değerler yitirildiğinde, ülkede hukuk da, siyasette çöker. 14 Mayıs bu ülke için bir dönemeçti… Küçük akıllarıyla oyunlar oynamaya çalışanlar, karşılarındakilerin kendilerinden daha zeki olabileceğini hesaba katmadılar…

Gündem Yayın: 16 Mayıs 2023 - Salı - Güncelleme: 16.05.2023 21:44:00
Editör -
Okuma Süresi: 14 dk.
Google News

14 MAYIS GERÇEĞİ; ‘İKİYÜZLÜLÜK’…

Vicdan ve evrensel değerler yitirildiğinde, ülkede hukuk da, siyasette çöker. 14 Mayıs bu ülke için bir dönemeçti… Küçük akıllarıyla oyunlar oynamaya çalışanlar, karşılarındakilerin kendilerinden daha zeki olabileceğini hesaba katmadılar…

Bu ülkede bende hukukun üstünlüğüne inanırdım. Mesela 20 yıl önce! Ama bir zamanlar... Bugün hukuk üzerinde hâkim kılınan ‘üstünlerin hukuku’ anlayışı adaleti zedelemekle kalmadı. Güveni de ortadan kaldırdı. Hiçbir hukuk adamı; ‘beni iktidar atadı, ben iktidarın yargıcıyım’. Diyemez…

YSK bugünkü açıklamasında cumhurbaşkanını destekleyenler %49,50… karşı çıkanlar, %50,50…  Muharrem’e, Sinan’a verdiğiniz boş oyları ortaya koyun. Ölüyoruz. Anlayın artık…

Bu şansı kaçıran bir ülkede birey olmak. Üzülüyorum geleceği için. Üzülüyorum bu ülkenin gençleri, çocukları ve bebekleri için. Üzülüyorum bu ülkenin talan edilen dağı, taşı toprağı için. Yağmalanan doğası için… Üzülüyorum üç paraya pazarlanan, görmezden gelinen huzuru, görmezden gelinen bir parça umutlar, yok edilen mutluluğu için… Satılan ezilen kardeşliği için… Üzgünüm.

Ben bu seçim için; suçlular ittifakı ile mücadele etmek ele geçmiş bir fırsat, bir yaşam mücadelesidir. Demiştim… Terör eylemli düşüncelerin, çetelerin, tarikatların, soyguncuların, yağmacıların, din baronlarının. Uyuşturucu tacirlerinin, hırsızların ve talanın zorba iktidarına karşı mücadele etmek, sadece geçmiş ve günümüzün değil, geleceğimize sahip çıkmanın da gereğidir. Demiştim… Cumhuriyetin, Sultanizm’le kavgasıdır demiştim. Seçim meydanları yine şaşırttı.

Partizanlık milliyetçilik değildir. Siyasal İslam Din değildir… AKP devlet değildir. Ey millet! Devlet sensin… Öğren artık.

Hiçbir kadrosu, projesi olmayan. Sadece lafazan olan iki adamın egolarının arkasına lider diye takıldınız. Sinan Ogan sizlerden aldığı güçle şimdi cumhuriyet ittifakında bakan olmak için kirli pazarlıklarla, ittifaka yanaşıyor. Bu akıl mı bu ülkeyi kurtaracaktı? Muharrem İnce’nin hizipliğine alet oldunuz. Diğer ortaklıklar içinde yer alan terör odaklı ‘HÜDAPAR’I’, kadın düşmanı ‘Yeniden Refahı’ ödüllendirdiniz. Bu ülkeye bu kadar mı garabet besliyor, halkına bu kadar düşmanlığınızın altında yatan sizlerin köleliğidir. Bu gerçek. Bir diğer gerçek sizler oylarınızı; nedensiz, niçin-siz modern Türkiye’nin çöküşüne verdiniz.

Artık millet uyandı diyordum. Kandırmak, kanmak ne mümkün diyordum. Üç para maaş zammına, bir kez sıfırlanmış gaz faturasına sattınız lan bu ülkeyi. Onlar; ne kadar çoklarmış bizler ne kadar azınlıktaymışız meğer. Sultanizm ve demokrasi! Her şey şaka gibi… Kanla irfanla kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti; dört dinciye, şarlatana, siyasal İslamcılara, vakıf, cemaat koalisyonuna ve ‘Terör’ odaklı siyasilere yeniden devredildi. Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukukuna teslim oldu…

Seçim meydanlarını dolduran kalabalığı gördükçe, atılan sloganları duydukça; Mustafa Kemal Atatürk’ü anladığınızı düşündüm. Yalan değil, biraz umutlanmıştım. Yanılmışım…

Ben Cumhuriyetten Türkiye Cumhuriyeti, ulusal bir devlet olarak kurulmuştur diyen. Devletin sahibi bir hanedan ya da belli bir zümre değil, toplumu oluşturan yurttaşların tümüdür diyen. Yurttaşlar, kendisine Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi (Zıllulah=Halife) olarak bakılan bir hükümdarın kulu ve tebaası, bir dinin ya da peygamberin ümmeti, bir imamın ya da kilisenin cemaati değildir diyen… Kendi yazgısını kendi kararıyla belirleyen bir ulusun, aralarında ırk, renk, dil, sınıf, cinsiyet farkı gözetmeksizin eşit haklara sahip özgür bireylerdir. Diye tarif eden. Egemenlik doğaüstü bir güce değil, kayıtsız şartsız ulusa aittir, diyen… Aklın, çağdaşlığın, bilimin, refah ve huzurun ismi olan Mustafa Kemal Atatürk’ten yanayım. Sen Afgan, İran modeli cumhuriyetten, kul olmaktan, ümmet olmaktan yanasın. Sen; Sevr’le ülkeyi istila eden dış güçlerle işbirliği yapan Mustafa Sabrilerden, İskilipli Atıftan, Dürzi İbrahimlerden, derviş Mehmet’den daha ahlaksız olan, kendileri gibi düşünmeyen bizlere ‘İşgalci’ diyen, bir adama ‘çüş’ diyecek yüreksizlerle kol kola olmayı seçtiniz. Boynunda İsrail madalyası ile dolaşan, Türk askerinin kafasına çuval geçiren, ‘Sam’ amcalarının çocuğu bir generalin elinden aldığı madalyayı boynunda taşıyan adamlara devlet adamı payesi verip, müstemleke uşaklarıyla yan yana olmayı maharet sayanlardansınız.

Ben demokrasiden yanayım. Sen Monarşiden yanasın. Ben barıştan yanayım sen savaştan yanasın. Ben özgürlük ten yanayım. Sen esaretten yanasın. Ben bağımsızlıktan yanayım. Ben çağdaş eğitimden, sen molla rejiminden. Sen; sana sabır dileyenden, ben gerçek ve hakça paylaşımdan yanayım.

Sen mandacılardan yanasın. Ben bu toprakları vatan yapanlara minnet duyanlardanım. Sen küfredenlerden, hakaret edenlerden, ben o küfür ve hakaretleri iade edenlerden, sen kabul edenlerden yanasın. Ben laiklikten yanayım, sen cehaletin zulmünden yanasın. Ben gelecek diyorum. Sen a-nı yaşıyorsun…

Ben ahlaktan, Laik inançtan yanayım. Sen ahlaksızlıktan, din baronlarından yanasın. Ben kültür zenginliklerini, refah ve huzuru hedeflerken, sen değiştirilen demografik anlayış içinde milliyetçilik peşindesin. Ben akıl ve ahlaktan yanayım. Sen Ortaçağ artıklarının yanındasın. Utanmadan milliyetçilik taslıyorsun. Sen Domuz bağı ile insan öldüren, polislerini pusuya düşürüp şehit eden, askerini kafeslere sokup diri, diri yakanları, suçluyu milletvekili seçecek kadar cahil ve ülkeye düşmansın… ‘kocamışlık’ alameti adıyla affedilen katilleri parlamentoda ortak yapıp dokunulmazlık zırhı ile kaplayanları oylarıyla kutsayan zavallılardansın. Cahilsin. Pişmanlık duymazsın. Seni düşünmeye değil. Köleliğe alıştırdılar. Bunun için senin için her şey normal.

Sen üretmeden ne verirlerse doyarım telaşındasın. Oysa verilen senin kendi paran. Ama farkında değilsin. Hakkını istemiyor, milletin vergilerinden dileniyorsun.  Bunun içindir ki futbol takımı tutar gibi siyasetin içindesin. Amigo nasıl ses verirse, senin de sesin ‘O’ koro içinde. Bundandır ki; eli kanlı celebin eli kalktı mı havaya, koşuveriyorsun salhaneye… Uzatıveriyorsun boynunu eli kanlı celebe. Bu senin cesaretinden değil. Cehaletinden. Aksi olsaydı, parlamentoyu benim gibi düşünenlerle güçlendirir, çağdaş parlamentodan yana çıkardın. Eli kolu bağlı, dediğim dedik, çaldığım düdük diyenleri saraylara taşıyıp, karşısında el pençe divan olmaz, lüks ve şatafat içinde yaşamasına geçit vermezdin.

Para her şeyi yapar diyen adamlar. İyi biliniz ki; Para için her şeyi yapar. Demokrasi İsyanların rejimidir. İsyanı olmayan, sorgulamayan ve sormayanın erdemi olmaz.

Çarpık düzene karşı çıkanlara ‘İstilacı güçler’ diyecek… Ülkeyi; Afganlı, Suriyeli, Afrikalı, Bangladeşli, Pakistanlı tarafından sessiz istilaya kurban edilmiş… Ülke Ortadoğu çöplüğüne dönmüş. Onlar bu süprüntü, vasıfsız kimliklere, korkak, kendi topraklarına ihanet etmiş sürüye vatandaşlık verip kendi saltanatlarını koruma peşindeler. Ve onlar; benimle eşit haklara sahip olacak. Hâlâ uyanamadığın yaşadığın gerçek burada… Adalar işgal altında. Silahlandırılmış. Sınırlar yolgeçen hanı olmuş... Birileri milliyetçilik taslıyor... Kendi ülkende, kendi topraklarında olan sahiller sana yasaklanmış, komisyonlar karşılığı satılmış. Oteller, işletmeler, fabrikalar satılmış. Arsalar hibe edilmiş.  Kendilerine methiyeler düzen gazetecilere, milyon liralarla hükmedilen hibeler verilmiş. Gazete patronlarına holdingler kurulmuş. Cehalet; tüm bu gerçeklere rağmen, ‘Milliyetçi’ anlayış adını kirletmiş olan mafya artığı düşünceyi oylarıyla kutsuyor.

Ülke talan edilmiş... Türk Lirası beş para etmez hale düşmüş. Vasat bir ev fiyatı 3 milyondan, 20 yaşındaki otomobil 500 bin liradan satılığa çıkmış. Ülkenin içini dışına çeviren anlayışa altın tepside ‘Sultanizm’ sunan Almancı, Almanya’dan emekli olmuş, sünepe Türkiye’ye değil. Alman’ın kalkınmasına, huzur ve gelişmişliğine ömür vermiş, bu ülkedeki enflasyona pahalılığa inat avukatlığa soyunmuş sonradan görmeler…

Sen ve senin evlatların ÖSS’ların da ter dökerken, Amerika’da Biyoloji bölümünde paralı okuyan kızını Hacettepe Üniversiteden ‘Doktor’ olarak mezun ettiren adama ‘Öl de ölelim. Vur de vuralım ‘ diyorsan,   üniversite mezunu olan kişilerin kendi mesleği dışında, kargo şirketinde hamallık yapması, Atanamayan öğretmen ‘Marketler zincirinde’ ya kasiyer, ya hamal olması gayet doğal…

İşsizlik bu ülkede %14’ü geçmiş... Yoksullar, çöplüklerde, pazar artıklarından beslenirken, insanlar tedavi olunabilir hastalıktan ölmesin dedik. Bu ülkede çocuklar, yatağa aç girmesin, bu ülkede çocuklar, sağlıklı ve mutlu büyüsünler. Hayallerine koşsunlar istedik. Anlatamadık!

Bu ülkede çocuklar, tarikatlara esir ediliyor,  seks kölesi yapılıyorlar… Dedik. Kimseye dinletemedik. Bana değmeyen yılan bin yaşasın anlayışı hâkim kılındı. Ve kendisine sabır dileyen adamın ‘Daha durun bu günler, daha iyi günleriniz’ sözlerine itibar ettin… Korku ve tehdit ikisi bir arada… Bu halk bugünlerinin daha kötüsünü düşündü. Neden Finlandiya gibi değiliz demeyen, ‘Şükredin ki; Somali gibi değiliz’ diyen adamın şükür duasına ‘Âmin’ dedi… Kendisine Ortadoğu çöplüğünü işaret adam, emekliliğinde, barış, huzur ve demokrasinin eşit insan haklarının hayat bulduğu Londra’da yaşamak için malikâne satın aldı.

İşte bu halk; yarın yine kandırıldık diyecektir…

Yoksulluğu ve yolsuzluğu bir millet kendi besler. Dünya’da yoksulluğu kendisine kader yapan, nadir ülkelerden biridir Türkiye... Bir avuç azınlığın milletin tepesinde, tepine, tepine saltanat sürdüğü şükürcü toplumdur Türkiye toplumu… Cehaletin baskın geldiği Türkiye; sivilleşme yerine, ideolojik bir kabuğa sarılıyor. Sustukça. Durdukça; ‘Siyasal İslam’ biraz daha güçleniyor. Bu güçlenme beraberinde monarşiyi getiriyor. İran’a iltica eden, Afganistan’a kapağı atan, Pakistan’da yaşarım diyen, bir tane Avrupalı yok. Ama Avrupa’ya gitmek için kıçını yırtan milyonlarca Müslüman var. Neden?

Kirli ittifakların ülkeyi aydınlığa çıkaracağını düşünen halk önce kendine gelmeli… ‘Nasıl’? Sorusunu sorgulamalıydı… Sorgulamadı.

Bu tür kirli ittifaklar, talan, ölüm ve gasp düzeni, siyasallaşmış yargı ve iktidara bağlı işleyen hukuk sistemi tarafından bizzat korunmakta ve kollandığı artık alenen meydanda. Bu ittifakları var eden siyasi, iktisadi ve toplumsal düzen değişmeden Türkiye nefes alamaz... Bu ülke 80 yıldır değişmeyen giderek ağırlaşan bir sendrom içinde bugünlere geldi.   Bu hastalıktan kurtulmanın mutlak bir yolu var. Hukukun üstünlüğü. Yargının bağımsızlığı. Diğer yanda, cehaletin simgesi ‘Yalan ve talanın’ piyonu olmuş Halkın gerçekleri görmesi ve uyanmasıdır.

Sultanizm ve demokrasi!

Her şey şaka gibi… 14 Mayıs gösterdi ki;  bu millet; kanla irfanla kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devletini; dört dinciye, şarlatana, siyasal İslamcılara, vakıf, cemaat koalisyonuna ve ‘Terör’ odaklı kimliklere ‘Meclis’ çoğunluğunu kendi elleriyle teslim etti.

Siyasi partiler, çağdaş demokrasinin gereği toplumsal katmanlar ve sınıflar üzerinden örgütleneceği yerde; etnik köken, mezhep ve din üzerinden yapılandılar. Bu ölçütler çerçevesinde politika yürütüyorlar. Halkın kafası, karışırken şaşkınlığı daha da artırıyor. Siyasetçi bu karmaşayı fırsata çevirme telaşına düşüyor. İyi biliyor ki önüne gelmiş fırsatı elinden kaçırırsa siyasi pastadan nasiplenemeyecekleri gibi, siyaset çöplüğünde çürüyecekler…

‘Cehaletin ferasetine güveniyorum’… Diyen adam haklı çıktı… Cehalet utandırmadı. Kendisine layık görülen aşağılamayı, yakıştıran alçakları onayladı. Halk için bedel ödeyenler yalnız kaldılar ve hücrelere tıkıldılar… Diğer yanda kendi saltanatlarını korumak için 415 adet cezaevi yaptık diye övünenlere destek olan, kişisel çıkarının peşine düşmüş yeni, yeni Zübük’leri feraset sahibi cehalet onayladı…

‘Belki rahatsızdı. Belki rahattı. Bunu düşünmeye bırakmıyorlardı. Yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi… Ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar’… Çünkü onu düşünmeye alıştırmadılar. Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi. Korkaktı bir tarla sıçanı kadar’… Nazım Hikmet  

Meydanlara yığılan yalanlar. Yığınlar. Yine yanıltmadılar… Akıllarını kiraya verenler sandık başında şaşırdı…

Yalan söyleyen çiftçi. Yalanın içinde olan işçi. Yalana, talana ortak olan işi siyasetçiye kılıf hazırlama sanatının sahibi memur. Yurtdışında yaşayan ikiyüzlü soytarılar. Üç paraya cami avlusunda nöbet tutan, aç olduğunu söyleyen emekli. İşsizlik. Pahalılık, yokluk yoksulluk. Bu ülkede hepsi yalan.

İktidardan, muhalefete önde giden tüm ittifaklar. Lütfen iyi bakın. İdeoloji kavramında ülkeyi sağ dünya görüşüne, neoliberal ekonomik bakış açısına göre yönetmeyi vaat ediyorlar. Başkan-cı veya parlamenter sistem. Ayrım ise yalnızca sağ politikaların kim ve hangi kurumsal çerçeve içinde yürütüleceğinin bir ayrıntısı olarak ortaya çıkıyor. Kısaca paylaşım ya çoklu olacak. Ya tek.

Saray kazandı... Demokrasi kaybetti.

‘Yerli ve Milli’ dedikleri yalanlar, sadece bir aylık sıfırlanmış yakıt karşılığı, üç kuruş zamlanmış maaş artışları anlatıyor ki; bugün bu ülkede artık her şey satılık; sadece taşımız, toprağımız, ormanımız, doğamız değil; din, iman, ahlak ve hukuk da! Satma, yağma ve talan ve hatta istila edilme kararını sen verdin. Bundan sonra ya her suça ortaksın. Ya da her sevincin ortağısın.  

‘Varsın hayat yalakalara şans tanısın. Ben onuruma fiyat biçtirmem. Yaşadığım kadar daha yaşasam da; asla tükürülecek elleri öpmem, tükürülecek suratlara eyvallah etmem’. Ömer Hayyam… 

Seçim senin…

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.